The Square “Kare” filmi İsveçli yönetmen Ruben Öslunt’un 70. Cannes Filmler Festivali’inde Altın Palmiye kazanan son filmidir.
Christian Stockholm’de büyük bir sanat galerisinde küratör/yönetici statüsünde çalışan, toplum tarafından bilinen, üst sınıftan bir insandır. Galeride yeni açılacak The Square “Kare” sergisi için çalışmalar yapmaktadır.
Film genç bir gazetecinin Christian ile yapacağı röportaj sahnesi ile başlar. Biz de Christian’ı tanımaya başlarız.
Gazeteci entelektüel biriyle görüşmeye geleceğini düşünerek, sorular hazırlamıştır. Ancak Christian akşamdan kalmalığı üzerinden atmakla meşguldür. İlk soru; “Sergileme ve Sergilememe … kamusal yapının siteden site olmayana, site olmayandan siteye, sergilememeden sergilemeye devasa sergilerin kalabalık anlarında sergileme ile sergilememenin ögesi nedir?” şekilinde gelir. Fakat Cristian soruyu anlamaz, aslında bunu hiç düşünmemiştir. Gazetecinin elindeki kâğıdı alarak soruyu okumak ister. Sonra da biraz geveleyip ezberlediği konuşmaya geri döner “buraya bir çanta getirsek koysak bu sanat eseri olur mu?” üzerinden bağlayıp konuşmaya devam eder.
Konuşmasında Christian’ın nasıl bir sanat anlayışına sahip olduğu da anlarız; “Yani kesinlikle günümüzün ve geleceğin sanatını temsil etmeliyiz ki bu sanat, çağdaş olsun. Bu da pahalı oluyor. Bu alanda rekabet çok şiddetli.” Diyerek çalıştığı işi ve sanat sektörünün halini anlatır.
Baştaki sorudan zihin açan bir tartışmaya gidecek bir belgesele başladığınızı düşünebilirsiniz. Ya da bir sanat filmi izleyeceğinizi düşünebilirsiniz. Film içerisinde bolca, sanat, sanatçı geçse de bu film bunların tartışmasının yapıldığı bir film değildir. Kendine “Sanat Sektörünü” seçmiş ve modern toplumda yaşayan insanın çilesini ortaya koymuştur.
Sanat Sektörü de diğer bütün sektörler gibi para için vardır. Christian’ın çalıştığı galerinin de paraya ihtiyacı vardır. Burada sanat eserleri, ürün biçimini alır ve her ürün gibi pazarlanması gerekmektedir. Galerinin reklam çalışmalarını hazırlayan ajansın başında iki bitirim eleman vardır. Tam tüketim toplumuna hitap eden bir kafa yapıları vardır. O yüzden de galeri onlarla çalışmaktadır. The Square sergisi için de bir reklam filmi hazırlanmalı, işin sunumu çarpıcı şekilde yapılmalıdır. Tüketim toplumunda izleyicinin dikkat süreleri azalmıştır, izlenen görüntü ilk üç saniyede izleyiciyi etkilemeli, on saniyede çarpıcı noktasına gelmelidir. Bu mantıkla The Square sergisi için bir reklam filmi hazırlarlar.
The Square Çalışması
The Square çalışması, kare biçimindeki bir alandan oluşmaktadır. Bu alan bir “güvenli bölge”dir. Kare’nin sanatçı tarafından hazırlanan metni şudur; “Kare, güven ve ilginin sığınağıdır.” “Onun sınırları içinde hepimiz eşit hak ve sorumlulukları paylaşırız.” Kare simgesine güven, ilgi, sığınak anlamları yüklenmiştir. Yerleştirilen karenin içine giren kişi yardım isteklerine karışlık alacak, güvende olacaktır.
Çünkü filmin geçtiği İsveç toplumunda artık insanlar birbirinden uzaklaşmıştır. Bireyselleşme uç noktalarda yaşanmaktadır. Sınıf ayrımından dolayı yoksullar, kimsesizler, dilenciler insan yerine konulmamaktadır. Ötekilerin yüzüne kimse bakmamaktadır. Kendi sınıflarındaki insanlara karşı bile ilgisizdirler. Sokaklarda “beni öldürecekler yardım edin” diye çığlık atan kadınla kimse ilgilenmemekte, “bir insanı kurtarmak ister misiniz?” sorusunu soran sivil toplum çalışanının yanından herkes umursamazca geçmektedir. Gösterilen manzarada Kare gibi bir sığınağa herkesin ihtiyacı vardır. The Square sergisi toplumun bu halini yansıtan bir iştir.
Galerinin Rolü
Sanatçının bu şekilde oluşturduğu çalışması, reklam ajansının hazırladığı video ile tam tersi bir hale getirilir. Çünkü izlenmesi ve çarpıcı olması gerekir. Bu yüzden anlam ikinci plana itilir, “izleyiciyi etkileyecek bir kare olsun da ne olursa olsun” denilerek film şu şekilde hazırlanır; zavallı çaresiz bir kız çocuğu ağlayarak kare sınırları içerisine girer ve patlayarak havaya uçar. Çarpıcı olmak iddiası ile küçük çocuk bir intihar bombacısı gibi patlatılır. Artık karenin güvenlik anlamı ortadan kalkmış, iş yok olmuştur. Galeri bunları umursamaz ve reklam yayınlanır.
Sanatçının Rolü
The Square çalışması aslında bir “derdi” olan çalışmadır, onu hazırlayanın neler düşündüğünü bilmek gerekir. Fakat filmde sanatçıyı hiç görmeyiz, bir yerde Christian ondan bahseder “Lola Arias sanatçı ve sosyologdur.” Ama işi hakkında hiç konuşturulmaz. Onun adına galeri konuşmaktadır ve bambaşka bir ses çıkartmaktadır.
Lola Arias aslında bir atıftır, The Square çalışmasını hazırlayan Kalle Boman’ı temsil etmektedir. Yönetmen Ruben Öslunt filmde sanatçıyı hiç konuşturmayarak, sanat sektörünün sanatçıya verdiği değeri de ortaya koymaktadır. Galeri artık eserin söz sahibidir.
Batı Toplumunda Güven Duygusu
Bu sırada Christian yaşadığı toplumu ciddi biçimde sorgulamaktadır. Başına gelen bir hırsızlık olayı ona bir dizi şey yaşatmıştır. Toplumun ötekileriyle muhatap olmuş, onlardan korktuğunu, güvenmediğini anlamış ve bundan rahatsız olmuştur.
Toplumun güven duygusu filmde ciddi şekilde işlenmiştir. Galeride açılan bir sergide, “insanlara güvenirim – insanlara güvenmem” seçenekleri bunulan iki sergi alanı oluşturulmuştur, girişe koyulan sayaçla tercihler gösterilmiştir. Burada “insanlara güvenirim” tercihinin diğerinden bir on kat fazla olduğunu görürüz. İnsanlar bunu söylerken, sokağın gerçekliği ise durumun hiç de öyle olmadığını, sadece birini aramak için telefona ihtiyacınız olduğunda bile kimsenin çıkarıp telefonunu vermediği, yardımlaşma duygusunun sıfıra indiği bir toplum görürüz.
Bununla ilgili 2012 yılında yayınlanan Dünya Değerler Atlası’ında, “insanların çoğuna güvenilebilir” sorusuna İsveç yüzde 71 “evet” diyerek toplumlarında ne kadar insana güvenildiğini ortaya koymuştur. Filmde söylenen tam olarak şudur; bu insanlar yalancı. Oluşturdukları hayali güven ortamında, bir birlerine roller yaparak yaşamaya devam ediyorlar. Yarattıkları iyi, güvenilir, sevgi dolu, dürüst imajlarının altında aslında tam tersi yatıyor. Bir birinden uzaklaşmış, sevgisiz insanların gösteri toplumu.
Film bu gösteri toplumunun ifşası üzerine kuruludur. Galeri salonundaki yemek sahnesinde geçen Oleg isimli karakterin “vahşi hayvan” performansı sahnesi bunun özetidir. Performans sanatçısı gösterisini yaparken kontrolden çıkar, fakat bütün salon hiçbir şey yapmamaktadır. Ta ki Oleg bir kadını resmen darp edip, tecavüz etmeye yeltenene kadar. Kadın aynı masada oturdukları kişiden ismini söyleyerek yardım istemesine rağmen kimse son ana kadar kılını kıpırdatmamıştır.
Çağdaş Sanat Eseri
Bir sahnede salonlardan birinde bulunan “You Have Nothing” isimli yerleştirme temizlik işçileri tarafından süpürülür. Bu durum Christian’a aktarılır, eser zarar gördüğü için sanatçıya para ödenmesi gerektiği bilgisi verilir. Christian ise çöpe atılan kumların tekrar getirilmesini, eserin fotoğraflardaki haline benzetilmesini söyler. Böylece ilk eser yok olmuş, görüntünün bir kopyası tekrar hazırlanmış, bundan sanatçının da izleyicinin de haberinin olmadığı “sahte” bir eser sergilenmiş olacak.
Aslında eserlerin çöp sanılıp atılması olayı da gerçektir; İtalya’da bir müzede sergilenen Goldschmied & Chiari ait boş içki şişeleri, disko topu, konfetilerden oluşan yerleştirmesi “Bu akşam nerede dans edeceğiz?” müze temizlikçileri tarafından çöp sanılarak atılmıştır.
Burada modern sanatın ürünlerini de açıkça görebiliyoruz. Nesnelerin anında kopyalanarak önümüze sunulması da ”herşeyin kopyasının kopyasının kopyasına bakıyoruz” diyen Baudrillard’ı hatırlatıyor.
Christian’ın Dönüşümü
Christian tüm bunlar olurken Tesla arabasıyla gittiği varoşta insanlığını hatırlar ve hırsızlıkla suçladığı yoksul bir çocuktan özür diler. Başta savunmayı ve arkasında durmayı planladığı “patlayan küçük çocuk” videosunda sorumluluk alır ve istifa eder. Gittiği varoşu tekrar ziyarete gitmek ister. Bu sefer çocuklarını da yanında götürür, belki bu bir barışma, arkadaşlık ziyaretidir. Fakat gittiği yerde aileyi bulamaz.
Christian karakterini ne kadar yersek de birçok yerde onun insanlığa tutunmaya çalışan, vicdanlı biri olduğunu görürüz. Birçok yerde yoksullarla kurduğu temaslar onun her seferinde biraz daha karışındakini görebilmeyi öğretmiştir.
Film bu noktada vicdanı bir kurtuluş yolu olarak gösterir. Yönetmen/Sanatçı üretimin başından itibaren ticari kaygılarla çalışmamış olsa da, onu sattığı anda kurtuluş yolu olan vicdanı da ürün haline gitmiş olur. Bu yüzden de The Square – Kare filmi de gösterinin bir parçasıdır.
Modern toplum çoktan buralara gelmiş, geri dönmenin çarelerini ararlarken, biz git gide onlara benzemek için yarışıyoruz. Biz oraya gittiğimizde sanırım onlar çoktan dönüp geliyor olacaklardır. Bu konuda Oğuz Adanır’ın Silümlaktr ve Simülasyonlar’ın önsözünde yaptığı tespitleri dinliyoruz;
“Çünkü modern toplumlar günümüzde ulaşmış oldukları aşamada tıkanıp kalmış durumdadırlar. Bu aşamada üretilen metinlerse bildik konulara giderek daha karmaşık (kompleks-sofistike denebilecek) bir hale getirerek açıkla(yama)manın ötesine geçememektedirler. Bu durumda gelişmesini (önemli yanlışlar yaparak geciktirse bile yine de) “göreceli” bir hızla sürdüren Türkiye gibi bir ülkenin artık tarihsel ve toplumsal açıdan kesinlikle bir duraklama dönemine girmiş bulunan modern toplumlara yabancılaşması kendinden kaçabilmenin olanaksız olduğu bir süreçtir.
Üçüncü, dördüncü vb dünyalar için bu tarihi bir fırsattır. İdeolojik ve kültürel açıdan Baudrillard’ın deyimiyle sonu gelen her kültür ya da uygarlık gibi o da evrenselleşerek ortadan kaybolmak durumundadır. Dünya bu durumu iyi değerlendirirse, modern toplumların elinden dünyaya, dünya konusunda söylev çekme ayrıcalığına bir son vererek, durumu tersine çevirebilir ve bu konuda en azından (şimdilik) bu birinciler kadar söz hakkı olduğunu gösterebilir. (Tabi modern toplum kökenli düşüncenin büyüleyiciliğinden kendini kurtarabilir daha doğrusu hazıra konma alışkanlığından vazgeçebilirse.)”
0 Comments